Hindistan'ın bağımsızlığının 75'inci yıldönümünde, onlarca yıllık kurumsal suistimalden sonra, Yeni Delhi'deki demokrasi,
Hindistan lideri Modi neden Müslümanlara karşı saldırıları teşvik ediyor?
Haris Zargar
04 Ekim 2023
Hindistan lideri Modi neden Müslümanlara karşı saldırıları teşvik ediyor?
Bu yaz Hindu milliyetçisi gruplar Hindistan’ın kuzeyindeki Haryana eyaletinde Müslümanların çoğunlukta olduğu bir bölgede dini bir geçit töreni düzenleyerek toplumsal ayaklanmaları tetikledi. Yeni mezhepsel şiddet dalgası, Hindutva’nın kritik genel seçimler öncesinde seçmenleri kutuplaştırma stratejisine uygun olarak, ülkede Hintli Müslümanlara yönelik devam eden saldırının bir devamı niteliğindeydi.
Haryana’nın Nuh bölgesindeki toplumsal şiddet olaylarında kalabalıklar Müslümanlara ait iş yerlerini hedef aldı, dükkanları, arabaları ve bir camiyi ateşe verdi. En az altı kişi ölürken, gerginlik diğer yerel bölgelere de yayıldı.
Ayaklanmalardan sonraki birkaç gün içinde buldozerler hızla Nuh’un Müslüman toplumuna saldırarak yüzlerce evi kaçak yapı oldukları bahanesiyle yıktı. Çoğunluğu Müslümanlara ait olan 1200’den fazla yapı enkaza dönüştü.
Haryana İçişleri Bakanı Anil Vij, şiddete katılanlara karşı “buldozerin de iyileştirici eylemin bir parçası olabileceğini” söylemişti, ancak yetkililer daha sonra yapıların yasa dışı olarak inşa edildiğini iddia etti. Bu iddiaya, kendilerine önceden haber verilmediğini söyleyen yerel halk itiraz etti.
Yıkım kampanyası, buldozerlerin kanun ve düzeni uygulamak için kullanılan makinelerin simgesi haline geldiği iktidardaki Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi (BJP) tarafından yönetilen eyaletlerde yinelenen bir modeli yansıtıyor. Müslümanların evlerini, dükkanlarını ve ibadet yerlerini yıkmak için yargısız infaz aracı olarak işlev görüyorlar.
7 Ağustos’ta Pencap ve Haryana yüksek mahkemesi yıkımları durdurarak şunları kaydetti: “Belirli bir topluluğa ait binaların kanun ve düzen sorunu kisvesi altında yıkılıp yıkılmadığı ve devlet tarafından etnik bir temizlik yapılıp yapılmadığı konusu da ortaya çıkmaktadır.”
Toplumsal şiddetin ardından yaşananlar tanıdık bir sırayla gelişti: Müslüman ailelerin evlerini terk etmek zorunda kalması, kolluk kuvvetlerinin genç Müslümanları ve cemaat mensuplarını keyfi olarak gözaltına alması ve yetkililerin şiddeti kışkırtmakla suçlananların evlerini yıkması.
Şiddet için bahane
Nuh şiddetini önceleyen olaylar, Vatandaşlar ve Avukatlar Girişimi tarafından bu yıl yayınlanan ve dini olayların azınlık topluluklarına karşı şiddet uygulamak için bir bahane olarak kullanılmasındaki çarpıcı “ortak noktalara” dikkat çeken bir raporda vurgulanan ve tekrar eden bir başka modelle de örtüşüyor.
Rapor, toplumsal şiddetin genellikle “isyancı” veya “antisosyal” unsurlar olarak etiketlenen bireyleri hedef alan, ev ve dükkanların yasa dışı yıkımları da dahil olmak üzere devlet destekli eylemlere yol açtığını ortaya koyuyor. Devlet destekli bu şiddet, evsiz kalan veya devletin daha fazla tacizinden korktukları için kaçmak zorunda kalan Müslüman aileler için bir “yerinden edilme krizini” körüklüyor.
Hindistan’ın siyasi tarihi, sağcı Hindu milliyetçisi partilerin büyük oylamalar öncesinde Hindu seçmenleri harekete geçirmek için silah olarak kullandıkları kasta dayalı, etnik ve dini çatışmalarla dolu. Başbakan Narendra Modi’nin 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana, dini azınlıklara karşı artan şiddet içeren aşırıcılık, gazetecilere, sivil topluma ve Modi ile iktidar partisini eleştirenlere sık sık yapılan saldırılarla Hindistan’ın laikliğe olan bağlılığını tehlikeye atıyor.
Modi, çeşitli Hindutva grupları için bir çatı grup olarak hareket eden militarist bir örgüt olan Rashtriya Swayamsevak Sangh’ın (RSS) ömür boyu üyesi. Modi ve BJP’nin, kritik seçimler öncesinde siyasi çıkar elde etmek amacıyla toplumsal çatışmalar çıkarmak için RSS ve bağlı kuruluşlarının örgütsel aygıtlarından yararlanıyor olduğu bir sır değil.
Ayaklanmaların Hindu milliyetçisi partilerin oy oranları üzerindeki etkilerini analiz eden Yale Üniversitesi araştırmacılarının 2014 yılında yaptığı bir çalışma, “BJS/BJP’nin seçimden önceki yıl yaşanan bir ayaklanmanın ardından oy oranlarında yüzde 0,8 puanlık bir artış olduğunu” ortaya koydu.
1962-2000 yılları arasındaki seçimleri inceleyen çalışma, “bir bölgede tek bir Kongre Partisi milletvekilinin seçilmesinin, bir sonraki seçimden önce isyan çıkma olasılığını yüzde 32 azalttığını” ortaya koyarken, Kongre adaylarının tüm yakın seçimleri kaybetmesi halinde muhtemelen yüzde 10 daha fazla isyan çıkacağını ve binlerce kişinin hayatını kaybedeceğini ekliyor.
“Kuvvet çarpanı”
Böyle bir eğilim 21. yüzyılda da devam ediyor gibi görünüyor. 2002 yılındaki ölümcül Gucerat ayaklanmalarının ardından, yüzlerce Müslümanın öldürüldüğü katliam sırasında eyaletin başbakanı olan Modi, kendisini güçlü bir Hindutva lideri olarak lanse ederek iktidarını sağlamlaştırmaya başladı.
Gucerat olayları Modi’nin uluslararası siyasi izolasyonuna yol açarken, ABD, İngiltere ve diğer bazı Avrupa ülkeleri yıllarca Modi’ye vize vermedi. Ancak BJP’nin seçimleri kutuplaştırmaya yönelik siyasi mühendisliği hız kesmeden devam etti.
Bu yaz yaşanan şiddet olaylarının ardından bağımsız bir araştırma komisyonu RSS’ye bağlı grupların “taarruz birliklerini siyasi çıkarların yerine getirilmesi için bir kuvvet çarpanı olarak hareket etmek üzere” görevlendirdiğini tespit etti.
Gazeteciler ve insan hakları savunucularından oluşan komisyon, “Hindutva komünal ordularının Haryana ve Ulusal Başkent Bölgesi’nde Müslümanların çoğunlukta olduğu tek bölgeye agresif bir şekilde girmesi, BJP’nin 2024 genel seçimleri öncesinde ve sonrasında seçim düellolarındaki beklentilerini güçlendirmek için hesaplanmış bir oyun planından başka bir şey değildi” dedi.
Bu bakış açısı, Nuh’taki toplumsal ayaklanmaların, seçimlerde kırılganlık yaşayan iktidar sahiplerinin toplumsal kutuplaşmaya başvurma ihtiyacı hissettikleri bir durumu ortaya çıkardığını savunan siyasi analist Rajesh Ramachandran tarafından da yinelendi. Bu bağlamda Hindutva “hücum kıtaları” BJP’nin “kuvvet çarpanları” olarak kullanıldı.
Rajesh, Müslümanların “gerici dini liderlerin insafına terk edildiğini” ve bu kimselerin da oy toplayıcılar haline geldiğini belirtti:
“Hizmetlerini en yüksek teklifi verene sunan bu komünal oy toplayıcılar, yasa dışı işlerini tam bir dokunulmazlıkla yürütmek için siyasi himaye ve polis koruması da alıyor.”
Haris Zargar tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye’da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.